İnsan, kendine bir çeki düzen versin. Ama gerçekten versin. Saçını düzeltmekle, kravatını sıkmakla halledilebilecek bir iş değil bu; ruhunun içindeki fay hatlarını, o görünmez yamuklukları onarmakla başlasın. Çünkü her an, herkes bir yöne doğru savrulmuş vaziyette. Herkes bir yolda, bir istikamete koşturuyor ama kimse, o yolun aslında nereye vardığını bilmiyor.
Düne bakıyorsun: Adam, "bu kapı yanlıştır, bu yol çıkmazdır" diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bugün aynı kapının eşiğinde, yalınayak bekliyor. Dün elinde "bu doğru budur" pankartıyla yürüyen, bugün o doğruyu yakan ateşin önünde odun taşıyor. En bilge sandığımız, fikirlerinin çeliğe su verilmiş gibi sağlam olduğuna inandığımız insanlar bile, rüzgârın en ufak esintisine göre yön tayin ediyor. Artık fikirlerin kıymeti kalmadı. Bu, sadece çıkarların değil, o çıkarları koruma sanatının kutsandığı bir dünya.
Bir zamanlar insanın bir iç sesi vardı; ona vicdan derlerdi. Fısıltısı bile gürültüye baskın çıkardı. Şimdiyse herkesin sesi dışarıdan geliyor. Birinin öfkesi, birinin sloganı, birinin zenginliği, birinin onaylaması... Herkes, bir başkasının boğuk yankısı olmuş. Kendi bilincinin ışığını yakamayanlar, bir başkasının gölgesinde varlık arıyor.
Peki, kim durup da o sarsıcı soruyu soruyor kendine:
"Ben neden yürüyorum bu yolda? Beni neyin sesi buraya sürükledi?"
"Bu yolun sonu, gerçekten benim istediğim yere mi çıkıyor?"
"Ben mi yürüyorum, yoksa bu yolun akıntısı beni istenmeyen bir kıyıya mı atıyor?"
İnsanlar artık inanmıyor, sadece inanıyor gibi yapmanın konforunu yaşıyor. Sevgi yok ama sevgi sözcükleri bir salgın gibi yayılıyor. Vicdan yok ama yardım kampanyaları, o vicdansızlığı perdelemek için bir gösteri sanatına dönüşüyor. Her şey bir vitrin, bir gösteri. İçimizdeki o boşluğu hissediyoruz, o büyük, kemirici boşluğu... Ama kimse o boşluğu kendi varlığıyla doldurmaya cesaret edemiyor. Çünkü kendiyle yüzleşmek, o çıplak hakikatle karşı karşıya kalmak, bu çağın en büyük korkusu haline geldi.
Oysa insan, ancak kendine dürüst olabildiği o ince çizgide, tam anlamıyla insandır. Biz ne yaptık? Kendimizi kandırmanın sanatını icat ettik. Yalanlarımızı öyle güzel sözlerle süsledik ki, bazen kendimiz bile inanır olduk. Aynamızdaki yansımamıza bile, o sahte, ezberlenmiş gülücüklerle yalan söyledik.
Ah, insanlık. Yolu kaybetmedi. Yol hep oradaydı, durağan ve sabırlı. Ama o yolu yürüyenler, pusulalarını kaybetmiş, yönlerini şaşırmış bir kalabalığa dönüştü.
Birileri işaret ediyor, birileri de hiç düşünmeden, gözleri kapalı peşine düşüyor. Kimi menfaat için, kimi yalnız kalma korkusuyla, kimi sadece ait olma arzusuyla... Ama yolun sonuna vardıklarında, o uzun yürüyüşün sonunda kendilerinden geriye hiçbir şeyin kalmadığını fark etmiyor kimse. Çünkü herkesin korkusu aynı: Dışlanmak. Herkesin arzusu aynı: Kabul görmek. Ne hazin ki, kimse kendisi olarak kabul görmeyi denemiyor. Başkasının yazdığı bir rolü oynamak, alkış toplamak daha kolay geliyor.
Yolun sonunu merak ediyorsan, önce nerede durduğuna bak. Eğer başkasının gölgesinde yürümeyi seçtiysen, o güneş hiçbir zaman seni aydınlatmayacak. Kendine dön. O ses, o fısıltı orada bir yerlerde. Onu bul. Kendi yolunu bul. Çünkü kalabalıkların yolu, büyük ihtimalle, bir uçurumun kenarında sessizce biter.
İnsan kendine bir çeki düzen versin. O içindeki sesi dinlesin. Kendiyle kavga etmekten korkmasın. Belki de o sarsıcı, kanlı kavgadan sonra, ilk kez ve gerçekten kendine benzeyecektir.
Yolun Sonu Nereye Çıkar?
İnsan, kendine bir çeki düzen versin. Ama gerçekten versin. Saçını düzeltmekle, kravatını sıkmakla halledilebilecek bir iş değil bu; ruhunun içindeki fay hatlarını, o görünmez yamuklukları onarmakla başlasın. Çünkü her an, herkes bir yöne doğru savrulmuş vaziyette. Herkes bir yolda, bir istikamete koşturuyor ama kimse, o yolun aslında nereye vardığını bilmiyor.
Düne bakıyorsun: Adam, "bu kapı yanlıştır, bu yol çıkmazdır" diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bugün aynı kapının eşiğinde, yalınayak bekliyor. Dün elinde "bu doğru budur" pankartıyla yürüyen, bugün o doğruyu yakan ateşin önünde odun taşıyor. En bilge sandığımız, fikirlerinin çeliğe su verilmiş gibi sağlam olduğuna inandığımız insanlar bile, rüzgârın en ufak esintisine göre yön tayin ediyor. Artık fikirlerin kıymeti kalmadı. Bu, sadece çıkarların değil, o çıkarları koruma sanatının kutsandığı bir dünya.
Bir zamanlar insanın bir iç sesi vardı; ona vicdan derlerdi. Fısıltısı bile gürültüye baskın çıkardı. Şimdiyse herkesin sesi dışarıdan geliyor. Birinin öfkesi, birinin sloganı, birinin zenginliği, birinin onaylaması... Herkes, bir başkasının boğuk yankısı olmuş. Kendi bilincinin ışığını yakamayanlar, bir başkasının gölgesinde varlık arıyor.
Peki, kim durup da o sarsıcı soruyu soruyor kendine:
"Ben neden yürüyorum bu yolda? Beni neyin sesi buraya sürükledi?"
"Bu yolun sonu, gerçekten benim istediğim yere mi çıkıyor?"
"Ben mi yürüyorum, yoksa bu yolun akıntısı beni istenmeyen bir kıyıya mı atıyor?"
İnsanlar artık inanmıyor, sadece inanıyor gibi yapmanın konforunu yaşıyor. Sevgi yok ama sevgi sözcükleri bir salgın gibi yayılıyor. Vicdan yok ama yardım kampanyaları, o vicdansızlığı perdelemek için bir gösteri sanatına dönüşüyor. Her şey bir vitrin, bir gösteri. İçimizdeki o boşluğu hissediyoruz, o büyük, kemirici boşluğu... Ama kimse o boşluğu kendi varlığıyla doldurmaya cesaret edemiyor. Çünkü kendiyle yüzleşmek, o çıplak hakikatle karşı karşıya kalmak, bu çağın en büyük korkusu haline geldi.
Oysa insan, ancak kendine dürüst olabildiği o ince çizgide, tam anlamıyla insandır. Biz ne yaptık? Kendimizi kandırmanın sanatını icat ettik. Yalanlarımızı öyle güzel sözlerle süsledik ki, bazen kendimiz bile inanır olduk. Aynamızdaki yansımamıza bile, o sahte, ezberlenmiş gülücüklerle yalan söyledik.
Ah, insanlık. Yolu kaybetmedi. Yol hep oradaydı, durağan ve sabırlı. Ama o yolu yürüyenler, pusulalarını kaybetmiş, yönlerini şaşırmış bir kalabalığa dönüştü.
Birileri işaret ediyor, birileri de hiç düşünmeden, gözleri kapalı peşine düşüyor. Kimi menfaat için, kimi yalnız kalma korkusuyla, kimi sadece ait olma arzusuyla... Ama yolun sonuna vardıklarında, o uzun yürüyüşün sonunda kendilerinden geriye hiçbir şeyin kalmadığını fark etmiyor kimse. Çünkü herkesin korkusu aynı: Dışlanmak. Herkesin arzusu aynı: Kabul görmek. Ne hazin ki, kimse kendisi olarak kabul görmeyi denemiyor. Başkasının yazdığı bir rolü oynamak, alkış toplamak daha kolay geliyor.
Yolun sonunu merak ediyorsan, önce nerede durduğuna bak. Eğer başkasının gölgesinde yürümeyi seçtiysen, o güneş hiçbir zaman seni aydınlatmayacak. Kendine dön. O ses, o fısıltı orada bir yerlerde. Onu bul. Kendi yolunu bul. Çünkü kalabalıkların yolu, büyük ihtimalle, bir uçurumun kenarında sessizce biter.
İnsan kendine bir çeki düzen versin. O içindeki sesi dinlesin. Kendiyle kavga etmekten korkmasın. Belki de o sarsıcı, kanlı kavgadan sonra, ilk kez ve gerçekten kendine benzeyecektir.
Ekleme
Tarihi: 07 Ekim 2025 -Salı
Yolun Sonu Nereye Çıkar?
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.