Sabah ezanıyla uyandım. Mehmet Ali Hoca, sabah erkenden yola çıkacağımızı söylemişti. Mısır ile Türkiye arasında bir saat fark vardı; Mısır, Türkiye’den bir saat gerideydi.
Yanık ve derin ezan sesini Mısır’da duymak farklı bir histi. Sanki geçmişin sesleri bugüne taşınıyor, tarihin yankıları ruhuma dokunuyordu. Sabah namazımızı kıldıktan sonra Nusret Abi mutfağa geçti ve bizler için güzel bir kahvaltı hazırladı.
Nusret Abi… Yaşını bana söylemesine rağmen ilk gördüğümde onu en fazla 44-45 yaşlarında sanmıştım. Yaşını söylediğinde inanamadım, hâlâ da inanamıyorum. Öyle hareketli, enerjik ve dost canlısıydı ki insan onunla her yere gidebilir, en uzun yolculuklara bile katlanabilirdi. Zaten uzun ve zorlu yolculuklarda en önemli şey, kafa dengi insanlarla olmaktır. Aksi halde o yolculuk çekilmez bir hâl alır.
Kahvaltımızı yine Siverek ekmeğiyle yaptıktan sonra, bizi almaya gelecek olan Ahmet ve ekibini beklemeye başladık. Bugün, Gazze’ye gönderilecek yardım malzemelerini görmek, paketleme çalışmalarını incelemek için depoya gidecektik. Akşam ise Gazze’den Kahire’ye gelen şehit ailelerini ziyaret edip onlara maddi destek sağlayacaktık.
Bu arada bizimle birlikte Konya’dan gelen Ribat Vakfı temsilcileri de vardı. Onlarla birlikte hareket edecektik. Saat 07.00’de yola çıkmayı planlamıştık, fakat Gazzeli Ahmet biraz gecikti ve ancak saat 10.00 civarında hareket edebildik. Yola çıkmadan önce Nusret Abi her zamanki inceliğiyle çay termosumuzu sıcak suyla doldurmuş, yanına da Türkiye’den getirdiği çerezleri almayı ihmal etmemişti.
Kahire’nin Günışığında İlk Kez
Saat 10.00’da Ahmet ve arkadaşları bir minibüsle geldi. Biz ve Ribat Vakfı temsilcileri minibüse binerek önce Kahire’nin merkezinde bulunan depoya doğru yola koyulduk.
İlk kez Kahire’yi gündüz gözüyle görüyordum. Sokaklar, binalar, modern bir görüntüye sahipti ama nedense her şey bana tarihin izlerini hatırlatıyordu. Geçmişin gölgeleri hâlâ bu şehirdeydi sanki… Minibüs hızla caddeleri geçerken zihnimde Mısır’ın derin tarihi canlanıyordu.
Tam o esnada, görkemli yapısıyla Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi Kalesi’nin önünden geçtik. Kalenin ihtişamı karşısında bir hüzne kapıldım ve Kudüs’ü düşünerek açıkçası utandım… Selahaddin, Kudüs özgürleşmeyene kadar kendine uykuyu haram kılmışken biz nasıl yaşıyoruz? Gazzeli kardeşlerimiz top ve tüfekle katledilirken koca bir ümmet sessiz duruyordu. 2 milyar Müslüman, bir Selahaddin etmiyordu!
Kahire, aslında bizden de uzak değildi… Burası, Kürt Eyyubi Hanedanlığı’nın ilk merkeziydi ve Eyyubilerden büyük izler taşıyordu. Siverekli Bab Aşireti’nden âlim Muhammed Ali Avni Beg de yıllarca Kahire’de yaşamıştı. Belki de bu yüzden şehrin havası beni bu kadar etkiliyordu…
Hâlâ hasta ve halsizdim. Yanımda getirdiğim ağrı kesici Dolarex’i kullanarak ayakta durmaya çalışıyordum. Dört gün içinde koca kutuyu bitirdim desem yeridir.
Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından depoya vardık.
Gazze İçin Hazırlanan Yardımlar
Depoya girdiğimizde Gazze’ye gönderilmek üzere binlerce battaniyenin ve yüzlerce çadırın paketlenip tırlara yüklendiğini gördük.
Mısır gibi bir ülkede, Şanlıurfa merkezli bir derneğin böyle bir organizasyonu başarıyla yürütmesi beni hem mutlu etti hem de gururlandırdı. İnfak Der gerçekten çok güzel ve başarılı işler yapıyordu. Bir saatten fazla burada kalarak çalışmaları inceledik. Ardından, İsmailiye kentinde bulunan un fabrikasına doğru yola çıktık. Burada da iki tır dolusu un satın alınacak ve yarın tüm yardımlar, Gazze’deki mazlum ama bir o kadar da onurlu ve şerefli kardeşlerimize ulaşması için yola çıkacaktı.
Bu yardım tırlarının organizasyonunda Sudanlı üniversite hocası Osman’ın emeği büyüktü.
Osman ve Bitmek Bilmeyen Enerjisi
Osman’dan biraz bahsetmek istiyorum… Başına bağladığı puşisi ve pala bıyıklarıyla dikkat çeken, farklı ama bir o kadar da iyi yürekli bir insandı. Sudan’daki iç savaş nedeniyle Mısır’a iltica etmiş ve burada Gazze’ye yardım gönderen tırların organizasyonunda görev alıyordu. Bekârdı ama öylesine neşeli ve samimiydi ki herkes onunla fotoğraf çektirmek istiyordu. Yorulmak nedir bilmezdi; sürekli bir yerlere koşturuyor, işlerin kusursuz ilerlemesi için büyük çaba harcıyordu.
Kahire’den İsmailiye’ye yaklaşık iki saatlik bir yolculuğun ardından ulaştık.
Kocaman Bir Un Fabrikasında
Un fabrikası devasa büyüklükteydi. Onlarca işçi durmaksızın çalışıyor, her köşede bir kamyon ya da tır un yükleniyordu. Osman, Gazze’ye gönderilen tüm unların bu fabrikadan temin edildiğini söyledi.
Mehmet Ali Hoca ve Ribat temsilcileri burada satın alınacak unların işlemlerini tamamladıktan sonra dönüş hazırlıklarına başladık. Fabrikanın sahibi, dönüş yolunda bizi bir lokantada ağırlamak istediğini söyledi. Saat ikindiye yaklaşmıştı ve biz de gerçekten acıkmıştık. Bu arada ben ikindiye kadar üçüncü ağrı kesicimi almıştım bile…
Mısır Mutfağı ile Tanışma
Güzel dekore edilmiş, otantik bir lokantaya girdik. Önce Mısır’ın meşhur salataları ve çorbaları masaya getirildi. Sonrasında ise bizim “karışık kebap” dediğimiz tarzda, her et türünün içinde bulunduğu özel bir yemek ikram edildi. Açlıktan dolayı yemeğin tadını daha da derinden hissettim.
Yemekten sonra Kahire’ye dönüş yoluna koyulduk. Geç olmadan Gazze’den gelen şehit ailelerini ziyaret edecek ve onlara maddi destek sağlayacaktık. Bu aileleri Ahmet ve Gazzeli bir bacımız olan Şeyma belirlemişti.
Şimdi, en önemli buluşmalardan biri için Kahire’ye doğru hızla ilerliyorduk…
Devam edecek...