Mevlüt Bayraktar
Köşe Yazarı
Mevlüt Bayraktar
 

Ben, Ben Olarak Kalacağım

Fıtratımdan kopan gerçekle yaşamak, insana mahsus biri olmak için 35 yıllık hayatımdan günah çıkarıyorum, hiçbir şey değil yalnızca ben, ben olarak yaşamak istiyorum, olduğum her şeyden, yaşadığım her günahtan, sevdiğim her metadan vazgeçmek istiyorum.   Ab’ı hayat ırmağından içmesem de, Kevser suyunda yıkanmak, zemzem suyundan içmek istiyorum.   Topluma bakıyorum da ne kadar farklılaşmışız? Ne kadarda birbirimizi ötekileştirmiş adeta lanetlemişiz, ‘sen benden değilsen ötekilerdensin’ diyen aynı toplumun, aynı ailenin aynı aşiretin çocuklarıyız, ama bizden olamayan fikirler, bizden çıkmayan inançlar ne kadarda bizi uzaklaştırmış birbirimizden.   Olmadığınız şeylerle nasıl huzur buluyorsunuz? Bin yıllık düşüncelerle nasıl aydınlanıyorsunuz? Ruhunuz bedeniniz ve kalbinizde sizi dinliyor mu?   Görüyorum hepimizin gözlerinde aynı hüzün var. Ortak olduğumuz aynı değerlerin canlanmasını bekliyoruz, sırtımızda bir yorgunluk ve çaresizliğin bizi götürdüğü uçurumlar var.   Sizce tüm bunlardan silkelenmemiz gerekmiyor mu? Çaresizlik değil, çareler öretmemiz gerekmiyor mu?   Hepimiz kendi sürümüze amansızca saldıran birer kurt olmuşuz, başkalarının yanında ağlıyor ama kendi kendimize birbirimizi yiyoruz.   Aslında toplum olarak tüm geçmişimizden soyunup, köklerimize dönmek gerekmiyor mu?   Karacadağ’ın ters laleleri gibi sanki kaderimiz, güzellikte çok güzel ama nedense hep boynumuz bükük bizim.   Büyüklerimiz eskiden hep söylerlerdi “ dewran siya darîye ge le vê hele yê, ge le vü hele yê” zaman ağacın gölgesi gibidir bir o yanda bir bu yanda”   Bu gerçeği herkese söylemek istiyorum, aslında bende inanmak istiyorum   Neden biz kendimiz olmayalım, yüzyıllardan kopuşumuzu birliktelikle kutlamayalım, dinimizden geleneklerimizden kopmadan kardeş neden olmayalım?   Ben kaderimi kendim çiziyorum ve ben, ben olarak kendimi seçiyorum   Birçok insanın sevdiği kitapları okuyorum, insanların gezdiği sokakları, alışveriş yaptığı çarşıları geziyorum, bakıyorum kimsenin kimseden farkı yok   Selahattin Eyyubi’yi birlikte sevmiyor muyuz? Şeyh Said’e hepimiz sahip çıkmıyor muyuz? Said’i Kürdiyi sohbetlerimizde dinlemiyor muyuz? Öyleyse ne alıp veremediğimiz var bizim?   Öyleyse bütün savaşları barışla bitiriyorum, başkalarının acıları, üzüntüleri üzerinde kurduğunuz tüm mutluluklarda ben yokum   Üzüntüden yana değilim, acıların tarafından değilim, Savaştan yana hiç değilim, barışın fıtratın olduğu ne varsa ben ordayım.   Bütün günahlarımdan tövbe ediyorum, törpülenmiş acıları bırakıyorum, kırdığım insanlardan, toplumlardan bir bir özür diliyor ve ben kendime dönüyorum.   Sizleri kandıran siyasiler gibi kandırmayacağım, size yalan söyleyen sahtekârlar gibi davranmayacağım, dindar görünüp dinsizliğin alası olmayacağım.   Kendi korkularım var benim, kendi sevinçlerim, acılarım ve kendi umutlarım var benim, çok şükür kimse beni nankör olarak yâd etmeyecek çünkü ben onların sofrasında el bağlayıp tabak yalamadım.   Korkularınızdan, değerlerinizden ayrılıyorum. Kendi sürünüze saldırdıkça ve kendi canınıza kast ettikçe ben sizinle tüm bağlarımı koparıyorum.   Ben beni yaratan Allah’ın fıtratına dönüyorum, yani köklerime dönüyorum, Sizin öfkelerinizle değil kendi öfkemle hayatı seçiyorum, bazen acıyı gülmeye tercih ediyorum.   Dünyada yapayalnızım, yazdıklarıma bende anlam katamıyorum, kendim oldukça kendimden uzaklaşıyorum, birileri ise omurgasız diyor bana, göz ucu ile omurgasız diyenlere baktığımda, omurgasızlığın onların genine işlediğini görüyorum, yalnızlığımı ve yakarışlarımı ancak kalemimle anlatabiliyorum, evet ben uzağım, uzaklığım beni yakınlaştırıyor kendime   Uzağım sizin gece yarıları işlediğiniz cinayetlerden, toplumu birbirinden ayıran siyasetlerinizden. Barışlarınız dahi kan kokuyorsa, anlaşmalarınız ihanet içeriyorsa, oynanan oyunlara hileler karıştırıyorsanız ben sizden uzağım.   Siz yaşama oyununda benden beş adım önde başladınız, dört nokta önce attınız, şarkılarınızı, şiirlerinizi benden önce bestelediniz ama göğe açtığımız avuçlarımızda samimi olamadınız.   Yaşanacak hayata bir anlam daha katıyorum, seviyorum, üzülüyorum, acı çekiyorum ama ben kendim oluyorum. Bir ruh gibi, bir can gibi ve yaşanılmış derin bir aşk gibi hem de.   Frantz Fanon yeryüzünün lanetlileri kitabı da beni anlatıyor, yaşadığım çağı, toplumumu, Unuttuğumuz gerçeklerle bizi çağırıyor ve diyor ki “siz siz olmadıkça siz siz olamazsınız” sömürülmüş bir toplumu gözlerimizin önüne seriyor ve sömürgenin nasılda sömürgecisine âşık olduğunu, ona gıpta ile baktığını anlatıyor. Sonrada kendine geldiğinde içinde kopan fırtınaları aktarıyor, kini, nefreti, öfkeyi ve direnişin nasıl olması gerektiğini harfi harfine anlatıyor. Evet, Fanon on yıllar önce içimi derinden okumuş olacak ki; Ben geçmişime kalın bir çizgi çektim, Eflatunu kitaplarının arasında arıyorum, Şeriatiyi bir gece yarısı yürüyüşünde görüyorum, Marks’ı kendi ekolunu yazarken içinde kopan heyecana tanık oluyorum, Stalin’in cinayetlerine şahit oluyorum, Şeyh Said darağacına yürürken "Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler “haykırışını, Seyyid Rıza’nın "Evlâdı Kerbelayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir" serzenişini işitiyorum, yani ben geçmiş ile geleceğin tarihi ile ben ben oluyorum.   Bundan dolayı artık hiç bir cellâtta eyvah çekmeyeceğim,  taptığınız değerlere tapmayacağım, yalandan bir tarih ile çocuklarımı eğitmeyeceğim. Sizin ile kendim arasına kalın bir duvar öreceğim.   İnadınıza barışı, kardeşliği, kitapları seveceğim, Allaha gönül hoşnutluğu ile diz çökeceğim, her cellâdın içinde kıpırdanan bir iman olduğuna inanacağım ve öyle yaklaşacağım.   Bir koyun isem şimdiye kadar sürünüzden ayrılıyorum, bir Kurt idiysem kuzu postuna girmiyorum, sizin oyunlarınız ve yalanlarınızdan dolayı isyanda etmiyorum.   Siverek’in dar sokaklarında yürümek bana huzur veriyor, siyasetten uzak insanların selamları bana samimi geliyor, oyun oynayan çocukların gülüşleri, hele hele akşam yiyecek ekmeği olmayan birine misafir gittiğimde onun samimiyeti bana huzur ve mutluluk veriyor.   Fırat’ın azgın sularında kaybolsam da, Siverek insanı olmaktan gurur duyuyorum.
Ekleme Tarihi: 05 Aralık 2017 - Salı

Ben, Ben Olarak Kalacağım

Fıtratımdan kopan gerçekle yaşamak, insana mahsus biri olmak için 35 yıllık hayatımdan günah çıkarıyorum, hiçbir şey değil yalnızca ben, ben olarak yaşamak istiyorum, olduğum her şeyden, yaşadığım her günahtan, sevdiğim her metadan vazgeçmek istiyorum.

 

Ab’ı hayat ırmağından içmesem de, Kevser suyunda yıkanmak, zemzem suyundan içmek istiyorum.

 

Topluma bakıyorum da ne kadar farklılaşmışız? Ne kadarda birbirimizi ötekileştirmiş adeta lanetlemişiz, ‘sen benden değilsen ötekilerdensin’ diyen aynı toplumun, aynı ailenin aynı aşiretin çocuklarıyız, ama bizden olamayan fikirler, bizden çıkmayan inançlar ne kadarda bizi uzaklaştırmış birbirimizden.

 

Olmadığınız şeylerle nasıl huzur buluyorsunuz?

Bin yıllık düşüncelerle nasıl aydınlanıyorsunuz?

Ruhunuz bedeniniz ve kalbinizde sizi dinliyor mu?

 

Görüyorum hepimizin gözlerinde aynı hüzün var. Ortak olduğumuz aynı değerlerin canlanmasını bekliyoruz, sırtımızda bir yorgunluk ve çaresizliğin bizi götürdüğü uçurumlar var.

 

Sizce tüm bunlardan silkelenmemiz gerekmiyor mu?

Çaresizlik değil, çareler öretmemiz gerekmiyor mu?

 

Hepimiz kendi sürümüze amansızca saldıran birer kurt olmuşuz, başkalarının yanında ağlıyor ama kendi kendimize birbirimizi yiyoruz.

 

Aslında toplum olarak tüm geçmişimizden soyunup, köklerimize dönmek gerekmiyor mu?

 

Karacadağ’ın ters laleleri gibi sanki kaderimiz, güzellikte çok güzel ama nedense hep boynumuz bükük bizim.

 

Büyüklerimiz eskiden hep söylerlerdi “ dewran siya darîye ge le vê hele yê, ge le vü hele yê” zaman ağacın gölgesi gibidir bir o yanda bir bu yanda”

 

Bu gerçeği herkese söylemek istiyorum, aslında bende inanmak istiyorum

 

Neden biz kendimiz olmayalım, yüzyıllardan kopuşumuzu birliktelikle kutlamayalım, dinimizden geleneklerimizden kopmadan kardeş neden olmayalım?

 

Ben kaderimi kendim çiziyorum ve ben, ben olarak kendimi seçiyorum

 

Birçok insanın sevdiği kitapları okuyorum, insanların gezdiği sokakları, alışveriş yaptığı çarşıları geziyorum, bakıyorum kimsenin kimseden farkı yok

 

Selahattin Eyyubi’yi birlikte sevmiyor muyuz?

Şeyh Said’e hepimiz sahip çıkmıyor muyuz?

Said’i Kürdiyi sohbetlerimizde dinlemiyor muyuz?

Öyleyse ne alıp veremediğimiz var bizim?

 

Öyleyse bütün savaşları barışla bitiriyorum, başkalarının acıları, üzüntüleri üzerinde kurduğunuz tüm mutluluklarda ben yokum

 

Üzüntüden yana değilim, acıların tarafından değilim, Savaştan yana hiç değilim, barışın fıtratın olduğu ne varsa ben ordayım.

 

Bütün günahlarımdan tövbe ediyorum, törpülenmiş acıları bırakıyorum, kırdığım insanlardan, toplumlardan bir bir özür diliyor ve ben kendime dönüyorum.

 

Sizleri kandıran siyasiler gibi kandırmayacağım, size yalan söyleyen sahtekârlar gibi davranmayacağım, dindar görünüp dinsizliğin alası olmayacağım.

 

Kendi korkularım var benim, kendi sevinçlerim, acılarım ve kendi umutlarım var benim, çok şükür kimse beni nankör olarak yâd etmeyecek çünkü ben onların sofrasında el bağlayıp tabak yalamadım.

 

Korkularınızdan, değerlerinizden ayrılıyorum. Kendi sürünüze saldırdıkça ve kendi canınıza kast ettikçe ben sizinle tüm bağlarımı koparıyorum.

 

Ben beni yaratan Allah’ın fıtratına dönüyorum, yani köklerime dönüyorum, Sizin öfkelerinizle değil kendi öfkemle hayatı seçiyorum, bazen acıyı gülmeye tercih ediyorum.

 

Dünyada yapayalnızım, yazdıklarıma bende anlam katamıyorum, kendim oldukça kendimden uzaklaşıyorum, birileri ise omurgasız diyor bana, göz ucu ile omurgasız diyenlere baktığımda, omurgasızlığın onların genine işlediğini görüyorum, yalnızlığımı ve yakarışlarımı ancak kalemimle anlatabiliyorum, evet ben uzağım, uzaklığım beni yakınlaştırıyor kendime

 

Uzağım sizin gece yarıları işlediğiniz cinayetlerden, toplumu birbirinden ayıran siyasetlerinizden. Barışlarınız dahi kan kokuyorsa, anlaşmalarınız ihanet içeriyorsa, oynanan oyunlara hileler karıştırıyorsanız ben sizden uzağım.

 

Siz yaşama oyununda benden beş adım önde başladınız, dört nokta önce attınız, şarkılarınızı, şiirlerinizi benden önce bestelediniz ama göğe açtığımız avuçlarımızda samimi olamadınız.

 

Yaşanacak hayata bir anlam daha katıyorum, seviyorum, üzülüyorum, acı çekiyorum ama ben kendim oluyorum. Bir ruh gibi, bir can gibi ve yaşanılmış derin bir aşk gibi hem de.

 

Frantz Fanon yeryüzünün lanetlileri kitabı da beni anlatıyor, yaşadığım çağı, toplumumu, Unuttuğumuz gerçeklerle bizi çağırıyor ve diyor ki “siz siz olmadıkça siz siz olamazsınız” sömürülmüş bir toplumu gözlerimizin önüne seriyor ve sömürgenin nasılda sömürgecisine âşık olduğunu, ona gıpta ile baktığını anlatıyor. Sonrada kendine geldiğinde içinde kopan fırtınaları aktarıyor, kini, nefreti, öfkeyi ve direnişin nasıl olması gerektiğini harfi harfine anlatıyor.

Evet, Fanon on yıllar önce içimi derinden okumuş olacak ki; Ben geçmişime kalın bir çizgi çektim, Eflatunu kitaplarının arasında arıyorum, Şeriatiyi bir gece yarısı yürüyüşünde görüyorum, Marks’ı kendi ekolunu yazarken içinde kopan heyecana tanık oluyorum, Stalin’in cinayetlerine şahit oluyorum, Şeyh Said darağacına yürürken "Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler “haykırışını, Seyyid Rıza’nın "Evlâdı Kerbelayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir" serzenişini işitiyorum, yani ben geçmiş ile geleceğin tarihi ile ben ben oluyorum.

 

Bundan dolayı artık hiç bir cellâtta eyvah çekmeyeceğim,  taptığınız değerlere tapmayacağım, yalandan bir tarih ile çocuklarımı eğitmeyeceğim. Sizin ile kendim arasına kalın bir duvar öreceğim.

 

İnadınıza barışı, kardeşliği, kitapları seveceğim, Allaha gönül hoşnutluğu ile diz çökeceğim, her cellâdın içinde kıpırdanan bir iman olduğuna inanacağım ve öyle yaklaşacağım.

 

Bir koyun isem şimdiye kadar sürünüzden ayrılıyorum, bir Kurt idiysem kuzu postuna girmiyorum, sizin oyunlarınız ve yalanlarınızdan dolayı isyanda etmiyorum.

 

Siverek’in dar sokaklarında yürümek bana huzur veriyor, siyasetten uzak insanların selamları bana samimi geliyor, oyun oynayan çocukların gülüşleri, hele hele akşam yiyecek ekmeği olmayan birine misafir gittiğimde onun samimiyeti bana huzur ve mutluluk veriyor.

 

Fırat’ın azgın sularında kaybolsam da, Siverek insanı olmaktan gurur duyuyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habersiverek.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.